Kurgusal edebiyatın felsefeyle buluştuğu sanata doymuş leziz satırlar...

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Fahrenheit 451 - Ray Bradbury





Distopya... Okuması inanılmaz güzel ve sarsıcı ama bir o kadar da karamsar tür...

Fahrenheit 451, kağıdın yanabilme derecesidir.

Düşünün ki kitaplar o kadar zararlı ki bulundukları anda ev ve içindeki insanlarla beraber yakılıyorlar...

Düşünün ki bu yakma işini de "itfaiyeciler" yapıyor. 

Düşünün ki kitapları saklamanın yolunu bulamayan asiler(?) onları ancak ezberleyerek koruyor.

İncil dahil yazılı her eser bir asinin zihninde kilitli ve saklı. Kitaplar harflerle değil anlatılarak okunuyor. 

İşte Fahrenheit 451, bu zihniyetin anlatıldığı bir eser. Yazarın anlatımı oldukça yalın kelimelerle yapılmış. 

İnanılmaz sürükleyici. Oldukça vurucu. Her distopyada olduğu gibi "Ya olursa?" korkusu hakim. 

Edebiyat severler bu kitabı, her yanan kitapla birlikte elleri titreyerek
okuyacaklardır...







Dystopia... Incredibly fascinating to read, yet utterly pessimist as well...

Fahrenheit 451 is the temperature at which the paper burns...

Imagine that books are so dangerous that they are burned along with the house and people inside them right after they are detected.

Imagine that this process is conducted by "firefighters".

Imagine that, the rebels(?), who cannot find any other ways of preserving the books, memorize them.

Each book, including the Holy Bible, is locked and preseved in the mind of a nomad. Books are read not by letters but by telling.

That's the mentality told in Fahrenheit 451. The narration is done through quite bare sentences.

It is a real page turner. Extremely striking. As in every dystopic work, the fear of "What if it happens?" is a dominant feeling.

Book lovers will surely read the book with shaky hands while each book is being burned.





*** Photo Credit: 
İlk fotoğraf https://www.emaze.com/@ALIILWZR/Fahrenheit-451 adresinden, ikinci fotoğraf ise https://thedissolve.com/features/departures/180-the-enduring-oddness-of-francois-truffauts-fahrenh/ adresinden alınmıştır. 

27 Ağustos 2015 Perşembe

Solaris - Stanislaw Lem





Merhabalar,

Kitaplar birikti ama uzun süredir pek yazacak vaktim olmadı. Ben de okuduğum kitapların bazılarını bir arada yorumlayayım dedim. Fakat Solaris'e ayrı bir yer gerekir diye düşündüm.

Filmini uzun süredir merak ediyordum. Normalde "Hemen filmini izlemeliyim", diyen tiplerden değilimdir. Ama bilim kurgu sinemasında, Solaris filminin yeri ayrıdır tabi. Kitaplar bambaşkadır ama... 

Kitap gerçekten şahane. İnanılmaz tüyler ürpertici ama bir o kadar da tesirli bir hikaye var eserde. Çok temizce ve heyecanı hep yüksek tutan cümleler içinde kayboluyorsunuz. Yalnız, kitap, türünün gereği bilime çok fazlaca yer veriyor. Bu kısımlar bazıları için yorucu bir okuma gerektirebilir ama ben olması imkansıza yakın bir şeyi bilimle tane tane açıkladığı için de çok seviyorum bu türü (Başka pek çok nedenle birlikte! )

Bilimkurgu edebiyatının (ve hatta sinemasının) başyapıtlarından bu eseri türe aşina ve müptela herkese tavsiye ediyorum...

Not: Hem edebiyatta hem de sinemada bu türe daha az değer verilmesi ve ödüllerden bağımsız tutulması beni eskiden beri çok rahatsız ediyor. Halbuki ortada inanılmaz kaliteli yapım ve yapıtlar var.



Hi everyone,

Lots of books have been waiting to be written on but I have not had the time to review on them. Solaris is one of them.

I had been wondering the movie adaptations for a long time. Normally I'm not one of those people who say "I should see the film". Yet, for the sci-fi cinema, Solaris has a very peculiar place. Books are more distinctive, though.

The novel is really a literary marvel. It has a thrilling and moving story. You lose yourself in the neat and tensional sentences. As the genre requires, the book is full of scientific explanations. These parts may bring about a tiresome reading for some but I love the genre mainly because it tells something that is really improbable by scientific explanations (Among many other reasons!).

I advise the work to everyone who is familiar with or addicted to the genre...

P.S. It has long bothering me that sci-fi is deprived of the value it deserves in both literature and cinema while there are incredibly qualified works.


I wish you delicious lines...

23 Haziran 2015 Salı

Tom Robbins - Parfümün Dansı - Jitterbug Perfume



"... hayat zaten zor, bir de üstelik sonunda ölüyorsun."
                                                                  Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları



Bugünkü yazım, uzun zaman üstüne okuduğum bir "bestseller" tarzı roman olan Parfümün Dansı hakkında...

En baştan belirteyim, romanı hiç sevmedim. Beğendiğim birkaç detay dışında -en azından bana- çok itici gelen bir eser oldu. Buraya yazıp yazmama konusunda da çok düşündüm; fakat daha sonradan, hep beğeneceğim eserleri koymasam da olur dedim. 

Neyi beğenmedim?

Genel olarak yazarın üslubu. Bunun içerisinde seçtiği kelimelerden tutun da karakterleri tasvire kadar pek çok öğe var. Sanatasal içerik dahilinde cinsellik beni eserlerde rahatsız eden bir durum değil. Bu yazarın da cinsellik konularına meyilli bir yazar olduğu söyleniyor; fakat o kadar rahatsız edici benzetmeler yapıyor ki pek sanatsal bulamadım açıkçası. Sadece "Şuraya bir de bel aşağı bir cümle koyayım da marjinal ya da ilgi çekici olsun." izlenimi aldım. Ayrıca, anlatımı çok sıradan.

Neyi beğendim?

350 sayfalık romanda parmakla sayılabilecek kadar az olan birkaç hoş cümleyi beğendim. Ayrıca, büyülü gerçekçiliği yansıtan bazı bölümlerini ve parça parça anlatılan hikayenin iyi bir kurguyla birleşmesini sevdim. Zaten eseri de sırf bunların hatırına bitirdim.

Şunu da not etmek gerekir ki eser ülkemizde (Benim elimdeki 27. basımı!) ve Dünya'da çok sevilen bir eser. O yüzden beğenip beğenmemek tamamen kişisel bir tercihtir...


13 Mayıs 2015 Çarşamba

John Fante - Toza Sor - Ask the Dust




Fante uzun zamandır okumak istediğim ama hep ertelediğim bir yazar. Okumaya karar verdiğimde ise en ünlü eseri Toza Sor ile başlamayı tercih ettim.

Eser, tıpkı Martin Eden gibi yazabilme ve iyi bir yazar olabilme sürecini işliyor. Hatta, burada da bir aşk hikayesi mevcut. Fakat, Martin Eden'dan sonra bu romandaki felsefi boyutlara ulaşan sorgulamalar benim için daha hafif gibi kaldı.Aşkla ilgili anlatıların da fazlaca yer alması çok sevdiğim bir şey değil.

Şu bir gerçek ki otobiyografik öğeler taşıyan bu eseri okuyunca Fante'nin kesinlikle kendine has ve ilgi çekici bir yazın tarzı olduğuna şahit oluyorsunuz. İnanca, aşka ve hayata dair pek çok analiz ünlü başkahraman Arturo Bandini bakış açısından bazen ironik bazen de hicivsel olarak özgün bir tarzla dile getiriliyor. Los Angeles Bunker Hill'in tozları Bandini'nin arayış sürecinde adeta sizin de boğazınızı tıkıyor. 

Bukowski'nin Fante'yi "Tanrı"sı ilan ettiği bu eser kesinlikle okunmaya değer. Benim "en"lerime girmedi, fakat Fante ile ilgili duyduğum övgüleri anlamamı sağladı en azından. Romanda en sevdiğim cümleyle size hoşçakalın diyorum. İnançlı olun olmayın çok etkili bile cümle olduğu inkar edilemez.

"Tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap..." 

John Fante, Toza Sor, Parantez Yayıncılık



I have been willing to read a work by Fante and his most well known work, Ask the Dust, has been my first choice. 

As in Martin Eden, the work deals with the process of being a good writer. It also has a love story like Martin Eden. Yet, compared to Martin Eden, the philosophical inquisitions seemed milder to me. I do not like writings about love, either.

It is a fact that once reading this semi- autobiographical work, you realize that Fante certainly has a peculiar and engaging style. Many analyses about faith, love and life itself are depicted ironically and sarcastically through the famous protagonist Arturo Bandini's narration. During Bandini's search, the dust of Bunker Hill, Los Angeles chokes you, too.


The novel is worth reading, for which Bukowski called Fante his God. It has not been one of my "best", but I could get the hype about Fante. I say goodbye with the sentence I loved most in the novel. Whether you have faith or not, one cannot deny that it is a powerful sentence.

“Almighty God, I am sorry I am now an atheist, but have You read Nietzsche?”

9 Mart 2015 Pazartesi

Per Petterson - At Çalmaya Gidiyoruz - Out Stealing Horses




Per Petterson'ın ilk romanı At Çalmaya Gidiyoruz...

Kuzey Avrupa Edebiyatı, Bakker'den sonra ilgimi çekmeye başlamıştı. Kendisinden sonra eserleri pek bir beğenilen Petterson'ı okumayı tercih ettim ve iki eser arasında bağlantı bile kurabildim.

Örneğin iki yazarın da başkahramanları inzivada bir hayat yaşarken geçmişlerine dönüp didik didik ediyorlar. Bu esnada, geçmiş olayların bu yalnızlıklarına ve ruh hallerine ne kadar katkıda bulunduğunu çözümlemiş oluyorsunuz. 

Farklı olarak, Petterson'ın cümleleri çok daha yalın. Fakat bu kesinlikle olumsuz bir özellik değil. Romanı okurken "su gibi" ya da "çok duru" sıfatlarını defalarca kullandım. Sonuçta, benzer etkiyi daha yalın cümlelerle vermek de zor olsa gerek. Yalnızca hikaye, Bakker'de olduğu kadar vurucu gelmedi bana (bu kişisel bir tercihtir). Buna rağmen, yalnızlığın ve geçmişle hesaplaşmaların anlatıldığı eserler hep favorilerimdendir. Bitirdikten sonra Petterson'ın tüm romanlarını hemen almalıyım hissi uyanmadı; fakat Kuzey Avrupa Edebiyatı'na kesinlikle devam dedim. Lanet Olsun Zaman Nehrine ve Reddediyorum da listem de sıralı biraz daha bekleyecek...


Out Stealing Horses is the first novel by Per Petterson...

Northern European Literature has attracted me a lot after I have finished books by Bakker. After them, I chose to read works by Petterson and I could even relate their works.

For instance, the protagonists of both writers go back deep into their lives while living in isolation. Meanwhile, you can investigate how much the past incidents have contributed to their current loneliness and moods.

Unlike Bakker, Petterson's sentences are more modest. Yet, this is not a negative attribute at all. I used the adjective of "smooth" a lot while reading. After all, it must be hard to give a similar impression with more modest sentences. It's just that the strory is not as striking for me as in Bakker's (this is a personal preference). Yet, I have always loved the works where loneliness and facing with the past take place. After finishing, I have not felt like reading the other works by Petterson immediately; yet I will definitely keep reading works of Northern European Literature. I Curse the River of Time and I Refuse will wait some...

23 Şubat 2015 Pazartesi

E. L. Doctorow - Ragtime


"...hikaye, Doctorow’un dönemin gözde müziği ragtime’ın kesik tempolu parçalarını andıran, kısa cümleli, hızlı anlatımıyla hayat bulunuyor."



Ragtime'ı bitireli çok oldu, üzerinden çok kitap geçti; fakat yine benim favorilerim arasında yerini aldığı için etkisi hala bünyemde...

Girişte kullandığım cümle kitabın arka kapağından alıntıdır. Aslında arka kapak yazılarını paylaşmayı pek sevmiyorum; ama bu ifade kitabın üslubunu öylesine güzel özetlemiş ki yazmadan edemedim.

Benim en sevdiğim türlerden biri olma özelliğini taşıyor eser. Çok güzel bir tarihi kurgu örneklerinden. Buna rağmen eser bu özellikle sınırlı değil. 20. yüzyılın başlarında Amerika'daki sosyal , ekonomik ve siyasi hayatı biraz kurgu içine örülmüş şekilde öğreniyorsunuz. Kimler ve neler yok ki... Sihirbaz Houdini, araba üreticisi Henry Ford, yazar Emma Goldman, psikanalist Sigmund Freud ve daha onlarca gerçek kişi Doctorow'ın akıcı kurgusuna dahil ediliyorlar. Arka planda bu karakterler varken Doctorow, temelinde Amerika'ya göç sonucu giden insanların Amerikalı olabilme durumuna ve karşılaştıkları ırkçılığa ışık tutuyor. 

Cümleler o kadar yalın ve kısa ki asla okuyucuyu yormuyor. Olay örgüsünü bu kadar farklı konu ve farklı alandan gelen kişiler aracılığıyla oluşturmak elbette kolay değil; fakat yazar bunu okuyucu için oldukça kolaylaştırıyor.

Uzun süredir Avrupalı yazarların eserleriyle haşır neşir olduğum için açıkçası bu kitap bana çok değişik ve çok iyi geldi. Sürükleyici hikayesinin yanı sıra, sunduğu bilgiler insanda araştırma isteği uyandırıyor. Kitap sayesinde ragtime müzik türünü öğrenip eseri Scott Joplin'in besteleri eşliğinde okudum; size de tavsiye ederim...




It's been long since I have finished reading Ragtime, yet it still lingers on my mind since it's been one of my favorites...

The work is of my favorite kind. It's a striking example of historical fiction. Despite that, it's not limited to that. You can learn the social, economical and political life in 20th century USA embedded in fiction. There are lots of well- known characters in the novel... Houdini the illusionist, car company owner Henry Ford, writer Emma Goldman, psychoanalyst Sigmund Freud and several real life people are involved in Doctorow's fiction. With those characters in the background, Doctorow illuminates the problem of being an American after the migration of thousands.

The sentences are so modest and short that it does not bore the reader. Certainly, it must be difficult to create a plot with so many different and diverse characters and stories; yet Doctorow makes it easy for the reader. 

Besides the gripping stories, the infromation you get from the novel makes you investigate more. Thanks to the novel, I learned about ragtime music and read it accompanied by the music; and I advise you to do so...


11 Şubat 2015 Çarşamba

Flann O'Brien - Ağaca Tüneyen Sweeny - At Swim-Two-Birds



Inception mı desem, Hamlet mi?




Ağaca Tüneyen Sweeny, üniversite hocalarımdan biri olan çok değerli Gülden Hatipoğlu'nun çevirisi sayesinde Türk okuyucusuna sunuldu... Yine kendisinin çevirdiği Üçüncü Polis ve Dalkey Arşivi'nden sonra yazarın Türkçe'ye çevrilen üçüncü eseri...

Eseri anlatmanın asla tek bir yolu yok, olamaz. Zira roman, edebi oyunları ve teknikleri o kadar yüksek bir eser ki eminim pek çok edebiyat bölümü müfredatında halihazırda mevcuttur.

Başlıktaki Inception benzetmesi romanın sunuş kısmında Armağan Ekici tarafından yapılmaktadır. Hamlet benzetmesinin de her okurun aklına gelmesi kaçınılmaz; çünkü oyun içinde oyun temasının atasıdır kendisi.

Eserde tam olarak ne mi oluyor? O'Brien anlatıcı bir karakter yaratıyor. O anlatıcı da kendi eserlerini yazmakta ve çok sayıda yeni karakter yaratmaktadır. Bu karakterler de içinde İrlanda kültürünün bolca yer aldığı yeni yeni hikayeler anlatmaktadır. Bazen birbirine tuzaklar da kurarlar. Ortada sayılamayacak kadar çok labirent oluşur. Sonuç olarak, çok karışık görünmesine rağmen inanılmaz sürükleyici bir yapıt ortaya çıkar. Hatta atladığım yerler olduğuna eminim. Bu sebeple tekrar tekrar okunulması taraftarıyım.

Kurgusal oyunları çok seven biri olarak, yazarın (ki bu aşamada eserdeki yazarı da kast ediyorum) yazdıklarının sürecini ve mahiyetini işlemesi de katman katman üstkurgular oluşturuyor. Ayrıca, muhteşem bir İrlanda hicvi (Bu arada, İrlanda Hicvi'nin ne demek olduğunu Jonathan Swift'in "A Modest Proposal" adlı eseriyle daha 1. sınıfta Gülden Hoca'dan öğrenmişimdir.), kültürü gibi ögelere de bolca şahit olursunuz. Şunu da belirtmeliyim, zaman zaman kahkahalarla güldüğüm cümleler oldu. Örneğin aklımdan hiç çıkmayacak bir cümle olan "Mişli geçmiş zamanla okuyacağım çarkına" günlerce gülmeme neden oldu. İntikamın edebi hali...

Böyle bir zeka, böyle bir üslup, böyle bir hikaye gördükten sonra bu eser benim için 20.yüzyılın başyapıtlarındandır...